20 Ağustos 2013 Salı

EŞRUHLAR..

 
   
        Aslında hepiniz evrimleşmektesiniz, ama çook yavaş, çünkü inanç sistemlerinize sıkı sıkıya sarılmışsınız. İnanç sistemleri nedir biliyor musunuz?
Hastalıklarınıza, korkularınıza, güvensizliklerinize sıkı sıkı sarılırsınız, dogmalarınıza, ideallerinize, yargılarınıza da! Neden? Çünkü size onlar kimlik kazandırıyor. Eğer inanç sistemleri olmasa ne olduğunuzu bilemeyeceğinizi sanıyorsunuz. Oysa ancak inançlarınızdan kurtulduğunuz, sınırlı benliğinize ait tabakaları sıyırıp attığınızda bu bilgilerin mutlak bir anlam kazanacağı duruma geleceksiniz.
Gelelim eşruhlara! Burada bu harika bilmeceyi öğrenmek için bulunuyorsunuz.

Size şunu söyleyerek konuşmama başlayacağım, eşruhlar ruhsal bir bilimdir. Ruhsal deyiminin gözle görülmeyen bir şey anlamına geldiğini düşünüyorsunuz değil mi? Hayır, her şey ruhsaldır, hatta kaba madde bile uçucudur, hareket eder ve değişir! Ruhsal bilim diyorum, çünkü eşruhların anlaşılabilmesi zaman, mekan ve uzaklık gibi bilimsel anlayışı ifade eden kavramları aşar, yani biliminizin sınırlı bilgileriyle bir eşruhunuz olduğunu kanıtlamak mümkün değildir. Eğer sözcüklerle anlatılabilseydi sınırlı bir bilgi olurdu, sınırlı bilgi sınırsız idraki getiremez. İşte insanlık dramını ortaya koyan bir paradoks! Sözlerle ifade edilemeyen gerçek nedir bilir misiniz? Ruhsal iletişim ve duygulardır, duygu yaşamın ta kendisidir, söylenmemiş, sessiz, derin ve engin hareket!

Her birinizin bir eşruhu var, on milyon yıldan beri var. Bir eşruha ihtiyacınız var mı? Kesinlikle! Eşruh bir cisim değildir, maddi bir şey değildir, insan biçiminde bir öz-ruh varlığıdır. Pek az varlık eşruhunu bulabilir, pek az! Hepiniz diğer yarınızı görmeden birçok yaşam sürdünüz. Neden ona rastlayamadınız? İçinizde eşruhunu bulduğunu düşünenler oldu, ama bu pek kısa sürdü ve ilişki sona erdi. Böylece o varlığın eşruhunuz olmadığını anladınız, çünkü eşruhunuz olsaydı istediğiniz her şeyi size verir, birlikteliği sürdürebilirdi.

Şimdi, eşruh bilimini anlamanız için sizi yaratılışın ta başlangıcına götüreceğim. Tanrı düşüncedir. Başlangıçtan önce sadece düşünce vardı, ışık yoktu, hareket yoktu, madde yoktu. Tanrı olan düşünce hareket etmez, o vardır. Harekete izin veren ışıktır, ışık olmasa sadece bomboş uzay kalırdı. Boyutsuz, ölçüsüz, başlangıcı ve sonu olmayan ebedi şimdi! Bir an geldi düşünce kendi içine döndü ve büyüklüğünü tasarladı. Başka bir deyişle, düşünce kendini düşündü! Böyle yaptığında ışık doğdu, bu bilginin doğuşuydu. Bildiğiniz gibi ışık partiküllerden meydana gelir, partiküllerde ise onları bir arada tutan ve patlayıcı kılan pozitif ve negatif elektronlar bulunur. Ama en yüksek şekliyle ışık, tüm potansiyel alt elemanları barındıran bölünmemiş partiküldür. Her bir ışık partikülü de bireysel, yaratıcı, ifade edici düşünce bileşkesidir.

Siz Tanrıdan doğdunuz, Olan’dan, isterseniz ona uzay da diyebilirsiniz. Düşünce kendini düşünüp tasarlayarak ışık ve hareket olduğunda siz doğdunuz! Böylece başlangıçta her biriniz birer ışık partikülü idiniz, bu sizin en yüksek bireysel şeklinizdir. Başlangıçta hepiniz her şeye hakimdiniz, kendiniz başlangıçtınız, çünkü zamanı siz yarattınız. Elektrik nasıl yaratıldı biliyor musunuz? Işığı alçaltarak, yani frekansını düşürerek onu negatif ve pozitif kutuplara bölmüş olursunuz, böylece manyetik alanlar elde edersiniz.

Hepiniz başlangıçta birer ışık partikülü, birer tanrı idiniz ve tanrıların her biri kendi düşünce süreçlerinden doğan birer ruha sahip oldular. Bilim adamlarınızın “Büyük Patlama” dedikleri olay ise, ışık partiküllerinden gazlar yaratılması üzerine meydana geldi. Ama şunu bilin ki, o andan itibaren varlıkların ruhu yoluyla her şeyi tanrılar yarattılar.
Ruhun nerede bulunduğu hakkında çoğunuzun ne düşündüğünü biliyorum. Ama o sizin kafanızın içinde değildir. Ruhunuz şurada, durmaksızın çalışan kasınızın, yani kalbinizin yanındaki bir boşluktadır.

Bu boşlukta hafif bir öz vardır, aşağı yukarı 13 ons ağırlığındadır. Ruhunuzda sevgiyi hissettiğinizde, bu sevginin kalbinizden geldiğini sanırsınız, ama kalbiniz sadece bir pompadır, hiçbir şeye aşık filan olmaz, hisseden ruhtur. Işık partiküllerinin ya da tanrıların, Baba’larından gelen ve onlara hayat vermiş olan düşünce akımından pay alıp herhangi bir şey yaratabilmeleri için bir şeye, yani düşünceyi hareketsiz tutabilecek bir şeye ihtiyaçları vardı. Buna ruh denir, ben ruha varlığınızın efendisi diyorum, ama varlığınızın tanrısı öz’dür, bütününüzü saran yüce ışıktır. Anlıyor musunuz?

Ruh bir bilgisayar gibidir, düşünceyi zapteder ve saklar. Ruhunuz olmasaydı hiçbir şey bilemezdiniz, hiçbir şeyi ifade edemezdiniz, hiçbir şey yaratamazdınız, Olan’dan başka hiçbir şey olamazdınız. Ruh düşündüğünüz her şeyi, her düşünceyi kaydeder. Elbet bunu düşünce olarak değil, düşüncenin ışık bedeniniz üzerindeki elektriksel etkisi olarak kaydeder, işte buna duygu denir. Duygular evreninizdeki gaz maddelerin esasını oluştururlar, gaz halindeki maddeleri onlar yaratmışlardır!

Atomları işittiniz mi? Bu başka bir evrendir. Atomlara, bu içerdeki evrene madde halini veren de X partikülü denen bir partiküldür. Bu gerçekleştirilen, tezahür ettirilen ilk duygudur, tüm evreninize hayat vermiştir. Madde büyük güneşlerden doğdu. Elektrumun frekansını gaz halindeki maddeleri yaratmak için düşürdüler, onun partikülleri sonsuzluk boyunca etrafa dağıldı. Bu esnada uzay, o sessizlik, o boşluk ki ona düşünce denir, ışığın üzerinde oynamasına izin verdi. Böylece madde doğdu, ama tanrılar, yani ışık partikülleri hala her şeye hakimdiler.
Tanrılar güneş sisteminizdeki ilk yaşanabilir gezegeni yarattılar. Adı Melina idi ve güneşinizden doğan ilk gezegendi, ışığın kütleyi doğurmasıyla meydana gelmişti, doğal bir süreçle yani! Orada tanrılar ışık şekilleri yaratarak oynadılar.

 Bu noktada siz tanrılar henüz bölünmemiş tek bir tanrı idiniz, tabii cinsiyetiniz de yoktu. Tanrılar rekabetçi ruhları yüzünden Melina’yı tahrip edince, (kalıntıları hala Satürn’ün etrafında dönmektedir) birçoğu evreninizin uzak noktalarına gittiler, hala da orada bulunuyorlar. Bazıları da dünyanızla aynı hizada, ama güneşinizin öteki tarafındaki bir gezegene gittiler. Bu gezegeni bilim adamlarınız bu yüzyıl sona ermeden keşfedecekler. Demek ki orada bilmediğiniz bir gezegen daha var.(Yeni bir gezegen bulundu : Fransız bilim adamları, Güneşten 52 ışık yılı uzaklıktaki Beta Pictoris yıldızının yörüngesinde bir gezegen bulduklarını açıkladılar. 23.6.1994 tarihli gazetede haberi. Derleyenin notu)

Melina yok olduktan sonra Dünya’nız (Terra), Güneşinizin kenarından alınan parçanın geliştirilmesiyle yaratıldı ve yörüngeye oturtuldu, dönme hareketi sonucunda zamanla soğudu. Zamanla derken milyarlarca yıldan ve zamanın olmadığı bir yerden söz ediyoruz. Evet, sonunda aşılandı ve yaşam için hazır hale geldi. Hiç Venüs gezegenini gördünüz mü? Bu gezegenin yeni Dünya olduğunu biliyor musunuz? Venüs bulutlarla kaplıdır. Bulutlar neden orada bulunuyor biliyor musunuz? Bulutlar gökyüzündeki okyanuslardır, bir gün gezegenin okyanusu olacaklar. Bu gezegenin yüzeyindeki hayat sulu ortamda doğacak. Orası bir cennettir. Bulut örtüsü ışık için bir iletken olduğundan sıcaklık sabittir, bulut örtüsü güneşin ışığını alır ve gezegenin her tarafına eşit biçimde dağıtır. Böylece bu gezegenin her tarafı, yeni yaşam türlerinin meydana geldiği ılık bir rahim gibidir, tıpkı burada olduğu gibi. Bu bir reaksiyondur, cereyan etmekte olan yeni bir insanlık öyküsüdür.

Dünya’nız böyle evrimleşti, şimdi Venüs’ü kaplayan türden bir bulut örtüsü Dünya’yı kaplıyordu. Büyük okyanuslarınız başlangıçta bu bulut örtüsünün ta kendisiydiler. Zamanla buradaki yaşam, suda yaşayan formlar halinde üç boyutlu bir duruma geldi. Şimdi ışıktan suya geldik. Tanrılar istekleri doğrultusunda ve ruhları yoluyla dünyanızdaki her türlü canlının hücresel kütlesini yarattılar.

Yaşamın tüm harika bitki ve hayvanlarını siz yarattınız! Nasıl yarattığınızı biliyor musunuz? Olan’ı hissederek ve bu duyguyu ruhunuzda tutarak yaptınız, her şeyi hayata geçirdiniz. Adına hücre denen o yaratıcı suda yaşayan şekillere hayat üflediniz, o hücrelere biçim ve kalıp verdiniz. Her hücrenin, aynı zamanda oluşturduğu bütünün de bir örneği olduğunu biliyor muydunuz? Bilim adamlarınız, burnunuzun kenarından kazıyacakları bir iki deri kırıntısından klon yöntemiyle sizin bir kopyanızı yapabilirler. Sonra yarattıklarınıza hayat üflediniz, bu “nefes” bildiğiniz nefes değil, “yazgı biçimi”dir. Onlara zeka da verdiniz, bu sonsuza dek sürüp gidecektir.

Düşüncenin maddenin içinden geçebileceğini biliyor musunuz? Çünkü düşünce üç boyutlu maddenin frekansından daha yüksek bir frekansta titreşir. Üç boyut kütledir, yani yoğunlaştırılmış düşünce. Ama siz ne yarattığınız gülün kokusunu alabiliyor, ne de su samuruna dokunabiliyordunuz. Koklayamıyor, tadamıyor, göremiyor, işitemiyordunuz, sadece algılayabiliyordunuz. Bu gelişen alemin bir parçası olabilmenin tek yolu, frekansınızı düşürerek kendinizi de kütle halinde yoğunlaştırmanızdı. İşte o zaman başınız gerçekten derde girdi.

Tanrılar yarattıkları alemi deneyimleyebilmek için kendilerine bedenler yarattılar. Onlardan birini buraya getirebilseydik dehşete düşerdiniz, çünkü sizin güzel diyebileceğiniz şeyler değildiler! Ama yine de tanrıların bu aleme girip çıkmalarını sağlayan harika araçlardı, üzerinize geçirdiğiniz bir giysiydi o. Seçebileceğiniz birkaç türü vardı, ancak hiçbirinin cinsiyeti yoktu. Bir tanrı için bir beden yaratmak çok kolaydı, tek yapacağı şey bedeni düşünmek ve onu hissetmekti, hemen oluverirdi!

Bir zaman geldi ki, tanrılar her bir tanrının eşsizliğini yansıtacak bedenler yaratmak istediler. Bir zamanlar Olan’ın yaptığı gibi tefekküre daldılar ve insan denen türü meydana getirmek üzere erkek ve dişi bedenler yaratmaya karar verdiler. Ne var ki tanrılar ne sadece erkek, ne de sadece dişi olmak istiyorlardı. O halde onlar da frekanslarını alçaltarak kendilerini bölecek ve her ikisi birden olacaklardı. Bunun anlamı şuydu: Işıklarını ve ruhlarını, bölünmenin meydana geldiği elektronlar düzeyine kadar alçaltmaları gerekiyordu.

Çünkü o yüce ışığın frekansını düşürürseniz, ışık pozitif- negatif kutuplaşmasını meydana getirmek için bölünür. Böylece tanrılar ışıklarını alçalttılar, pozitif-negatif düzeyine geldiğinde ışık ve ruh birbirinden ayrıldı, bu frekansta kaldığı sürece her ikisi de ayrı kalacaktı. Bunu anladınız mı? Yaratılış her zaman zor bir konu olmuştur. Böylece tanrılar hücrelerden meydana gelen iki çeşit beden yarattılar, birine pozitif, diğerine de negatif yük yerleştirdiler. Negatif yük taşıyana dişi, pozitife de erkek denecekti.

Hormonlar bedende içlerindeki elektrik yüküne göre akacaklardı, bedendeki hormon akışını elektrik enerjisi sağlayacaktı.
Böylece dişiye kapılar yerleştirildi. Dişi enerji, yani negatif enerji, bu enerjiyi taşımak için meydana getirilmiş bir bedene sahip olduğunda anahtarları çeviriyor ve yedi kilidin (çakranın) hepsi açılarak “hormon dengesini” sağlayacak akım başlıyordu. Böylece bir dişi doğuyordu. Erkek bedenine ise (ki onun da yedi kapısı yani yedi kilidi “çakrası” vardı) pozitif enerji giriyordu. Hormon akımı başlıyor ve erkek varlık doğuyordu.

Unutmayın, biz burada bölünerek çift bedene geçen tek bir tanrıdan söz ediyoruz, pozitif ve negatif bir çiftten. Penis, husyeler, meme, hazne, vajina, yaratılış anında bedenin hücresel kütlesinde bulunmuyordu. Bunlar hormonların uyumu ve kontrolü sonucunda meydana geldiler. Böylece negatif yük dişi bedene girdi ve beden sükunet halindeyken göğüsler büyüdü, beden yumuşadı ve şekle girdi, çünkü artık yedi salgı bezi hormon salgılamaya başlamıştı. Ruh-Öz bu bedenle uyum içine girmişti. Pozitif yük ise erkek bedenini oluşturacak “toprak” içine girdi, yedi kilidi açtı ve bu beden de erkek bedeni şeklinde gelişmeye başladı.

Artık uykudan uyanan erkek ve kadın, yani eşruhlar birbirlerinin gözlerine bakarak kendilerini ilk kez gördüler, kendi akislerini gördüler, enerjiyi gördüler. Hem ruh hem de özlerinin aynı deneyimi paylaşmakta olduğunu hissettiler, ancak deneyimin şekli farklıydı. Anlamaya başlıyor musunuz? Ampuller yanıyor mu?
Genetik deyimini hiç duydunuz mu? Genetik belleğin nasıl meydana geldiğini düşünün. Her birinizin sperm ve yumurtasında, başka bir varlığı meydana getiren ve genetik belleği taşıyan tohumlar vardır. Genetik belleği taşıyan kromozomları meydana getirenin ne olduğunu sanıyorsunuz? Her şeyi yaratan nedir? Duygular!

Genetik bellek duygular kanalıyla meydana gelir. Bu alemde on milyon yıl önce tanrılar bölünerek dişi-erkek enerji şekline girdiler ve madde aleminde yaşadıkları her serüven onlara yeni duygular kazandırdı. Onların yüksek duygular hissettikleri her seferinde, sperm ve yumurtadaki kromozom yapılarında bunun izi kaldı. Şu anda bedeninizi yaratan işte budur. Tanrılar birbirinin kopyası olan bedenler yerine, farklı özellikler taşıyan yeni bedenler yaratmak için bu bilimi geliştirdiler.


Genetik olarak evrimleşmenizi sağlayan neydi? Sürekliliğin sebebi nedir? Cildinizi gitgide incelten ve başınızın gitgide büyümesini sağlayan nedir? Duygular! Çünkü her an duygularınız gerçekleşiyor. Bunları kayda geçiren nedir? Varlığınızın efendisi ölümsüz ruhunuz elbette. Böylece on milyon yıl boyunca Dünya’da yaşadınız ve duygular vasıtasıyla evrimleştiniz. Eşruhlar buradaki cennete benzer yaşamı paylaştılar, çünkü her biri diğerinden armağanların en güzelini alıyordu, yani duyguları! Kadının çocuğuna hayat verirken hissettiği duygular diğer eşine, kendinin öbür parçasına, yani eşruhuna da veriliyordu.

Onlar aynı ruh, aynı özdüler, birinin deneyimini öteki de hissediyordu. Bir sonraki yaşamda belki de birbirlerinden farklı ülkelerde doğdular, çünkü sonraki yaşam serüvenleri için seçtikleri bedenler bunu gerektiriyordu. Acaba sizin eşruhunuz şu anda nerede? Aranızda eşruhları şu anda bu dünyada bulunanlar var. Bazılarının eşruhları ise şu anda başka gezegenlerde, başka evrenlerde ya da alemlerde bulunuyor. Sizi birbirinize bağlayan nedir biliyor musunuz? Duygular! Sizler her zaman bu kadar yakınsınız, evet bu kadar yakın!

İşte böylece bir tanrı bölündü ve iki birey haline geldi. Bunlar eşruhlardı, ama tanrı bir yandan da bütün olarak kaldı, tek bir tanrı olarak. Bu iki bireyin düşünceleri, duygular şeklinde tezahür ederek ikisi arasında akar. Eşruhunuza adeta esnek ilahi bir bağla bağlısınız, bu bağ sonsuza kadar uzayabilir, ama hiç kopmaz. Eşruhunuz bir nefes, bir lahza kadar size yakındır, bir duygu kadar! Unutmayın ki zaman, mekan ve uzaklık, görünmeyen alemi ölçemez ve ayıramaz.

Eşruhunuzun deneyimleri sizin de deneyimlerinizdir, onun bilgisi sizin de bilginizdir, aynı anlayışı birbirinizle paylaşırsınız. Bazı şeyleri psişik olarak nasıl bilebiliyorsunuz? Büyük olasılıkla eşruhunuz o anda onu yaşamaktadır ve siz onun duygularını algılıyorsunuz. Neden bazı şeyleri canınız çok çeker?

 Bazen olgun, balı sızan bir şeftali gözünüzde tüter, belki aynı anda eşruhunuz dalından bir şeftali koparmış ve sulu bir lokma ısırmıştır. Bazen suya atlamak için dayanılmaz bir dürtü duyarsınız, belki eşruhunuz bir yerlerde soyunmuş yüzüyordur. Arzular böyle oluşur ve ikiniz arasında gidip gelirler. Yaptığınız her şey eşruhunuz tarafından da deneyimlenir, tabii maddesel bedenle değil ruhsal bedenle. Siz ve eşruhunuz birbirinize ebediyen bağlısınız. Geçmişinize baktığımızda bir değil, iki varlığı birden gözden geçiriyoruz. İkiniz şaşırtıcı bir yolculuk yapmakta olan tek bir tanrısınız, hem erkek hem de kadın olarak bedenlenen tek bir tanrı!

Cuma İkindi Oturumu : 10 Ocak 1986

Eşruhunuz öteki benliğinizdir. Üstün benliğiniz ya da aşağı benliğiniz diye bir şey yoktur. Bunu biliyor muydunuz? Üstün benliğinizden söz etmek size yaraşmaz, böyle yapmak daima sizi alçaltır. Eğer bir bölümünüz üstünse, diğer bölümünüz daima aşağı olmak zorundadır. Spiritüel dogma, daima sizden daha üstün, daha güçlü ve daha yüce olduğu tasavvur edilen ve adına “ruh” ya da “rehber” denen görünmez varlıklarla doludur. Ey varlıklar, sizden daha üstün, daha yüce hiçbir şey yoktur, hiçbir şey!

Daha üstün bir benliğe sahip değilsiniz, eğer buna inanmak istiyorsanız sadece kendinizi aldatıyorsunuz demektir! Eğer birçok benliğiniz varsa, eğer hepsini bir araya getirecekseniz, uzanıp üstün benliğinizi aşağı indirmek ve aşağı benliğinizi de yukarı çıkarmak zorunda kalırsınız! Eğer birçok benliğiniz olduğuna inanmak istiyorsanız, gücünüzü dogmalara teslim ediyorsunuz demektir, geçerliliği olmayan uydurmalara!
Peki deha nedir biliyor musunuz? Sadeliği kavrayabilmektir. Peki zeka nedir? Karmaşıklıktır. Karmaşıklık sınırlamadır, sadelik sınırsızlıktır. Anladınız mı? Zekanız ve karmaşıklıklarınızla her şeyi nasıl da büyütürsünüz!

Basit bir şeyi öylesine büyütürsünüz ki, illüzyondan uyanıp da gerçeği görmeniz çok zor olur. Bir şeye inandığınız anda, gücünüzü o inanca teslim etmiş olursunuz. Düşüncelerinizin tek kaynağı, başkalarının ne düşündüğüdür. Toplumsal bilinç denen bilinç düzeyinde yaşıyorsunuz, bir sürü gibi yaşıyorsunuz!
Gelelim benliklerinizin birleşmesine. Her birinizin bir diğer “siziniz” var. Öteki ne sizden üstün, ne de aşağıdır. Sınırsız şekliyle ona BEN diyebilirsiniz, bu sizi ve siz olan diğer “sizi” de tanımlıyor.

Eşruhlar tanrıdır, siz ve eşruhunuz, diğer yarısına şöyle böyle ilgi gösteren yarımşar tanrılar değilsiniz, siz bütünüyle doğmuş ve yaşamış bir tanrısınız. İkinizin yüce serüveni, sınırlı bir bilinçten sınırsız bir bilince geçiş yapmaktır. Süper bilinç nedir sanıyorsunuz? Sınırsız bilinçtir, beyninizin tümüyle işleyebilmesidir. Bazılarınızda içsel bir çöküş başlamıştır, beyniniz de kendini kapatıyor, çünkü sizler dejenere olmuş varlıklarsınız. Beyniniz kapandığı zaman artık burada kalamayacaksınız.

Gelmiş geçmiş tüm yüce öğretmenlerin mesajlarını değiştirip yeniden yazdınız, çünkü onların gerçeklerini farklı bir biçimde görmek istiyordunuz, böylece bilginin değerini alçalttınız. Ama bu benim öğretilerimin başına gelmeyecek, onlar sizin iyiliğiniz için ebediyen saf kalacaklar.
Şimdi gelelim eşruhunuzu aramanıza. İçinizde onları aramaya çıkmak için kocasını, karısını ya da sevgilisini bırakmaya istekli olanlar var. Ailenizi ve hayattan aldığınız tadı, kendi kendinizin sahibi olamadığınız takdirde asla sahip olamayacağınız bir şeyi aramak uğruna terk etmeye hazırsınız.

Eğer şu ana kadar kazanmış olduğunuz şeyleri gidip de eşruhunuzu aramak uğruna sokağa atarsanız, sizi temin ederim ki cehennem ateşine doğru gidersiniz, çünkü öyle yaparsanız ileriye değil, geriye doğru adım atmış olursunuz, çünkü artık ebediyen kaybedilmiş başlangıcın şartlarına dönmek istiyorsunuz demektir. Bir aksiniz olan öteki yarınızın gözlerine ilk kez baktığınız andaki siz olmanız artık imkansız. O ana asla geri dönemezsiniz, çünkü artık şimdi’dir, artık o masumiyete sahip olamayacak kadar “akıllı” ve sınırlısınız!
Aşırı uç denen varlıkları biliyor musunuz?

Hepiniz aşırı ucsunuz, her anınızı spektrumun ya bir ucunda ya da öbüründe geçirirsiniz. Başınıza iyi bir şey gelince onu olumlu diye nitelersiniz, kötü bir şey gelince olumsuz dersiniz. Bir şeyi iyi ya da kötü, pozitif ya da negatif, üstün ya da bayağı diye nitelendirmeden sadece olduğu gibi bıraktınız mı hiç? Bir şeyi sadece “olan” olarak hiç gördünüz mü? Ancak “olan” bilincine eriştiğinizde negatif-pozitif enerjinin aşırılıklarından ve kendinizi yargılamaktan kurtulabilirsiniz. Kutuplar arasında yaşamaya devam ettikçe dogmalar hayatınızı yönetir. İyi mevcut olduğu sürece kötü de mevcut olmak zorundadır.

Doğru kavramına her kucak açtığınızda, onun zıt kutbu olan yanlışı da kendinize çekersiniz. Şimdi artık işlerin neden hep doğru gitmediğini biliyorsunuz.
Efendiler, Tanrının sizi hep yargıladığı öğretildi, ama Tanrı asla yargılamadı, asla. İnsan Tanrı adına yargıladı. Eğer Baba, yaptığınız en ufak bir şey için sizi yargılamış olsaydı ne olurdu biliyor musunuz? Bir an sonra artık olmazdınız, yaşam da olmazdı. Olan’ın iyi ve kötü kavramı yoktur, doğru ve yanlış kavramı da! O kusursuz ya da kusurlu değildir, negatif ya da pozitif değildir. Tanrı olan’dır, her şeyin oluşudur, çünkü O var olan her şeydir. Şu halde, Tanrı eğer sizi yargılasaydı kendini yargılamış olacaktı.

Siz her ne iseniz Tanrı da odur. Siz kendi kendinizi yargıladınız, neden biliyor musunuz? Çünkü bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri de kötü olarak değerlendiriyorsunuz. Doğru ve yanlışla yaşamak büyük bir sınırlamadır, çünkü bu yargılar düşünceyi böler, duygusal bilgelik kazandıracak tüm düşüncelerin alınmasına izin vermez. Ampuller yanmaya başladı mı? Eğer düşünceyi yargılarsanız bilgi size erişemez. Bir kez doğru ve yanlıştan kurtuldunuz mu, yaratılmış olan tüm dogmalardan da kurtulur, Tanrıyı bulursunuz.


Dünyada bir zamanlar her şey birbiriyle uyum içinde yaşardı, o zamanlar yine gelecek. Ama bunun için dünyanız çok kısa bir süre sonra zor bir devreden geçecek. Halkınız bir çöküşü yaşıyor, bu çöküş ruhsaldır, bu çöküş zihinseldir. Onlar mutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyorlar, çoğunuz da bilmiyorsunuz ya! Dünyaya büyük bir gözdağı verilecek! Bu da yargılardan ve bu yargıların kendine çektiği kutuplaşmadan doğacak. Ama iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın kutuplaşması ortadan kalkınca, pozitif-negatif çatışması da ortadan kalkacak. Savaş olmayacak, barış olmayacak, sadece yaşam olacak!

Ramtha "EŞRUHLAR" kitabından alıntı..
Akaşa Yayınları..
http://www.ruhunyolculugu.com/ramtha_esruhlar-t6029.0.html;wap2=

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder